'' Senelerden beri hiç kimseye bir tek kelime söyleyemedim. Halbuki konuşmaya ne kadar muhtacım. Her şeyi içinde boğmaya mecbur olmak, diri diri mezara kapanmaktan başka nedir?
Ah Maria, niçin seninle bir pencere kenarında oturup konuşamıyoruz? Niçin rüzgarlı sonbahar akşamlarında sessizce yan yana yürüyerek ruhlarımızın konuştuğunu dinleyemiyoruz? Niçin yanımda değilsin? ''
Sevgili Raif'in neler hissettiğini seneler sonra anlayabileceğim galiba. Biliyorum zamanlar değişecek, metaforlar değişecek ama defterimi teslim ederken ben de aynı şeyleri hissedeceğim.
Acaba Maria'yı son bir kez görebilecek miyim?
* Alıntıladığım metin çok sevdiğim Sabahattin Ali'nin Kürk Mantolu Madonna'sından
** Resim ise 5 Centimeters Per Second adlı animasyondan
Öyle zamanlarım oluyor ki, üşengeçlikten telefonumu şarja dahi takmıyorum. Ya da ne bileyim, mutfağa gidip su içmektense plastik bir yağdanlığı (!) su şişesi yaptım. Yatağımın kenarında tutuyorum.
Bir de yazın yazmaya üşeniyormuşum bunu gördüm.
Her şeyi bırakalım da yağmurun yağması güzel, bez ayakkabılarımın ıslanması güzel, insanların koşuşturmasını seyretmek güzel.
Ben bizim evin en çok balkonunu seviyorum galiba. Annemin artık Amazon'daki ağaçları andıran sardunyalarını, onca boya ve alçıdan sonra dahi dökülebilen duvarlarını, Cif sayesinde bir sürü çizik edinen o beyaz masayı ve gördüğü binaları seviyorum.
Ortasında bulunan hamaktan mıdır yoksa sesi evin diğer ucundan dahi duyulabilen rüzgar çanından mı bilinmez kışın sıcak yazın soğuk olur hep balkon. Saatlerce yoldan geçenleri, ışıkları yanan pencereleri seyrettirir; türlü türlü türlü hikayeler kurdurur bana.
Aynen benim gibi düşünen iki tane de sevimli kuş var tabi ki. Yuvalarını balkonun en köşesindeki dolabın üzerine yapıp, her gün uğrar oldular.
Bir de 'balkon' kelimesini ne zaman duysam şu dizeler geliyor aklıma hemen;
''ne zaman,nerede bir şey yitirsek burada bulacağımızı sanırdık bu sandık odasında mümkünmüş gibi balkonda unuttuğumuz nice yazlardan sonra.''
*Evet evet ben çizdim. Amatör olduğumu kabul etmekteyim tabi ki.
**Böyle yazınca ileride emlakçılık yapabilirmişim gibi geldi. Kim bilir :)
***Bu harika şiir dizesi Murathan Mungan'ın Sandık Odası adlı şiirinden.
binlerce pazartesi geçti ömrümde hangisiydi o çıkaramıyorum bir kiraz yediğimi hatırlıyorum kurtluydu demek oldukça eski
bir de saçma sapan şeyler bir kızın diz altını örneğin bir adamın çirkin sigara içişini
nasıl yaşanıyor bu vesayetli dünyada hangi çılgınlar nasıl dayanıyor buna kimsenin soyunu sopunu bulmak görevim değil kendi öykümü düzenlemek yetiyor bana güzel bir öğle vakti eski güzel bir aksamı hatırlayarak sonra dopdolu şeyler damacanalar gibi içim kabarıyor
sonu olsun diyorum neyin sonu ama hiç değilse bu taş basamakların
İngiltere'de kraliçe adına insan ırkını vampir ya da diğer yaratıklardan korumak için kurulan Helsing örgütünü ayrıca bu örgüte bağlı bir vampir olan asıl adamımız Alucard'ı anlatır animemiz.
13 bölümdür tadından da yenmez. Öyle bir hızla bitti ki. 'hı? Bu kadarcık mı?'diye kalakaldım. Neyse ki arkasından gelen ve yenisi bir kaç gün önce çıkan 9 OVA (Hellsing Ultimate) bölümü de vardır.
Gelelim karakterlere;
Lady İntegral : Helsing'in başındaki kişi. Tüm emirleri o vermektedir. Ayrıca Alucard'ın bağlı olduğu tek kişidir kendisi. Genellikle sakin ve zeki görünmekle birlikte. Kontrolü elden bıraktığı sırtını Alucard'a dayadığı zamanlar da vardır.
Alucard : Hiç ölmeyen karizmatik vampirimiz. Anime dünyasının kült çizimlerinden olmuştur kendisi. Hep kendisine denk görebileceği bir rakip bekler. Kendisi 'ilk' vampirdir. (Adından da anlaşılabileceği üzere alucard-dracula)
Seras Victoria : Vampire dönüşmeden önce polistir. Polisken bir kasabadaki kilisede bir şeyler döndüğüne dair ihbar alır ve kiliseye bakmak için gider. Diğer meslektaşları zombiye dönüşmüşken sağ kalır. Kendi isteğiyle (ya da mecburi de diyebiliriz) Alucard'ın ısırığıyla vampir olur ve Hellsing'e katılır. Anime boyunca vampirliğe adapte oluşunu izler dururuz.
Walter: Kendisi Hellsing'in eski suikastçisidir. Lady İntegral'e onun hayatını daima koruyacağına dair söz vermiştir. Aslen ölüm meleğidir.
Alexander Anderson : Vatikan'ın göreve getirdiği İskaryot örgütündeki rahip. Alucard gibi güçleri vardır. Örgütüne pek bir bağlıdır. Hellsing ile içlerinde Alucard'ı barındırdıkları için çatışırlar.
Anime Alucard gibi bir karakterle, müzikleriyle göz doldursa da çizimlerinin daha iyi olabileceği kanısındayım. Gerçi 2001 yılındaki bir animeden bahsediyoruz ama. Bununla beraber Seras Victoria'nın animenin içinde olup olmamasına bir türlü karar veremedim. Sürekli ''Master, Master'' demek daha öteye gitmemesi sinirimi bozuyor evet ama onun o gelişim evresini, duygusallığını izlemek de gerekli diye düşünüyorum. Bir de Alucard gibi o sinsi gülüşleriyle, delik deşik vücuduyla, gözlükleri, şapkası, silahıyla kült ötesi olmuş bir karakter çizen sevgili çizer Seras ile azıcık daha uğraşsaymış daha iyi olabilirmiş. Bir basit görünüyor kendisi.
Anime çabucak bitti, üstelik finalindeki tarihi gönderme ile de şaşırttı. ( Alucard = Dracula= III. Vlad= Kazıklı Voyvoda) Tüm bunlarla beraber müzikleri de saygı duyulası. Animenin müzikleri (kapanıştaki Shine hariç o Mr. Big'inmiş)Yasushi Ishii'ye aitmiş. Açılıştaki ''Logos Naki World'' gerçekten bir harika.
Unutmadan, OVA'ları çizim olarak ve hikaye akışı olarak animenin üstündedir. Mangasını henüz okuyamasam da OVA'ları mangasıyla animeden daha fazla benziyormuş. Zaten animede özellikle son kısımlarda bir kopukluk olduğu aşikar. O Alexander'a ne oldu? Çipli vampirler nerelerdeler? gibi bir çok soru havada kaldı sanki. Tez vakitte OVA'lara başlıyorum. Hadi bakalım! :)
Son olarak; Kesinlikle vampir sevsin sevmesin herkesin görmesi gereken bir anime. Özellikle Alucard için :)
Her gün istisnasız, dize dize okuyorum bu kitabı. Bitmesin diye yavaş yavaş. Bitince tekrar tekrar. Sabah kalkar kalkmaz, akşam yatmadan önce. Belki de unutmamak için bir şeyleri. Belki de ... Mutluluğun her yerden çıkabileceğini anımsatıyor bana ve ben her dizesinde mutlu oluyorum.
Şu güne kadar sevdiğim ne varsa hep yeniden yeniden ya izlemeyi sevdim ya okumayı ya görmeyi ya dinlemeyi.
Ve ben Cemal Süreya'nın şiirlerini seviyorum.
'' ... Sesinde ne var biliyor musun Söylemediğin sözcükler var Küçücük şeyler belki Ama günün bu saatinde Anıt gibi dururlar
Sesinde ne var biliyor musun Söyleyemediğin sözcükler var. ''
“send a postcard and receive a postcard back from a random person somewhere in the world!”
Yaklaşık üç ay önce Postcrossing adında bir uygulama ile bir arkadaşım aracılığıyla tanıştım. Önceleri 'amaannn üşengeç insanım ben !!'' derken bir baktım ki bağımlısı olmuşum :)
Şimdi site şöyle işliyor; önce üye oluyorsun, adresini ülkeni vs. yazdıktan sonra kendini tanıtan bir profil hazırlıyorsun. Daha sonra beş tane kart gönderme hakkın oluyor. Yani sana dünyanın herhangi bir yerinden tanımadığın, görmediğin, bilmediğin insanların adresleri açılıyor. Böylelikle kart gönderebiliyorsun. Kart gönderdikten ve bu kartının ID'si girildikten (yani gönderdiğin kişiye ulaştıktan) sonra sen de kart almaya başlıyorsun.
Kart gönderme ve kart alma işi gerçekten mutluluk verici. Artık her şeyi elektronik olarak yaptığımız bir çağda kart olgusunun yaşatılıyor oluşu muhteşem bir duygu.
Üç gün önce ilk kartlarımı alan ben; neler hissettiğimi anlatamam. O cicili bicili pulları görmek, hiç bilmediğin bir el yazısına bakıyor olmak şahane.
İlk kartlarım Almanya ve Belarus'tan geldi.Çok istedim Japonya olsun ama :)
Bu Belarus'tan gelen kartım ve pullarım. Kart 1991 yılındanmış. Çok sevimli.
Bu da Almanya'dan gelen kartım ve pulum Volkswagen Beetle sevgimi belirtmem üzere gelmiş. Harika ötesi.
İyi ki de biricik arkadaşım söylemiş de üye olmuşum ben. :)
Elimizde dünyayı iyi bir yer yapacağına inandığımız, tüm kötülükleri uzaklaştırıp adalet getireceğini düşündüğümüz bir defter var diyelim. Suç işleyenleri 40 saniye içinde yok edebiliyoruz. Bu bizi iyi ya da kötü yapar mı?
Death Note ölüler diyarından sıkılan shinigami (ölüm meleği) Ryuk'un defterini dünyaya düşürmesiyle açılıyor.
Yagami Light adlı kusursuz bir öğrencinin bu defteri bulmasıyla da olaylar gelişmeye başlıyor tabi ki. Öncelikle Yagami-kun defterin bir güç mü yoksa aptal bir şaka mı olup olmadığını anlamak için deneme yapar. Bir suçlunun adını deftere yazar ve o kişi ölür. Bunun tesadüf olabileceğini düşünen Yagami defteri bir kez daha dener ve yine işe yarar. Tabi defterin eski sahibi Ryuk ile de tanışınca bu defterin gücünün yadsınamaz olduğunu fark eder. Yagami Light böylelikle kendisini yeni kuracağı dünyanın Tanrısı ilan eder. Dünyanın adaletsiz olduğunu, dünyayı suçlardan arındırarak adalet getireceğine inanır ve Kira (Japonca'da katil) olarak efsaneleşmeye başlar.
Tabi her daim olduğu gibi bir görüşe katılanlar (yani Kira destekçileri) ve o görüşe katılmayanlar (Kira'nın katil olduğunu savunanlar) var burada da. Bununla beraber Kira'yı yakalamaya çalışan L (ya da Ryuzaki) Kira'nın karşısına dikilir ve iki zekanın çarpışması burada başlar.
Bu çarpışmanın başlangıcı ikisinin de ekranda görünüp -Vataşi va/ Boku da seki da. (Ben adaletim) demeleriyle etkileyicilik kazanır.
Bu iki baskın karakterin birbirlerine çokça benzediklerini söylemek mümkün. Özellikle tenis sahnesinde ya da birbirleriyle kelepçeli gezdikleri yerlerde bunu görebiliriz.
Buraya kadar her şey iyi. Fakat elinde bir güç bulunduran insanların bunu saklaması yolunda yapacakları her yol mübah anlayışıyla hareket etmeye başlar Kira ve kendini korumak pahasına her yola başvurur.
L ve Kira arasındaki bu savaş 25. bölüme değin devam eder. 25 (bence) animemizin miladı olarak kabul edilmelidir.Kira L'i alt eder ve masum rolleriyle L'in yerine geçip Kira'yı aramaya (!) devam eder.
O polis teşkilatında L iken kendini Kira için ortaya koyan Amane Misa Kira'lık yapmaya devam eder.
Fakat Kira'nın L ile karşılaşması bitmeyecektir çünkü L'in varisi olduğu ön sürülen iki kişi ortaya çıkar Near ve Mello.
Nitekim 37. bölüme değin Yagami-kun yapmaması gereken hataları ardı ardına sıralar ve kendini ele verir.
Animenin finali hakikaten güzeldir. Her ne kadar Kiracı olmasam bile Kira'nın Near ve Mello'ya karşı kaybı bir üzmüştür beni. Finaliyle ilgili olarak sevdiğim şeyler ise birincisi Kira'nın kaçarken kendi genç halini görmesi ve ölürken L'in silüetinin çıkması. Pişmanlık mı denir özlem mi? Bir de finali Ryuk'un yapması da hoşuma gitti. ''Death Note'u kullanan kişi ne cennete ne de cehenneme gidebilir''
Biraz da karakterlerden bahsetmek gerekirse;
L : gerçekten ilginç bir karakter L. Anime boyunca aşırı şeker komasından öleceğini düşünüp durdum hep. Tatlı yemeyi inanılmaz seviyormuş. Bir de kambur oturmanın zekayı %40 arttırdığı görüşündeymiş.
Amane Misa: Kira'ya delicesine bağlıdır. Bunun başlıca sebebi ailesini öldürenleri öldürmesi olsa da shinigami eyes sayesinde Yagami'yi bulunca ona aşık olmuştur. Top modeldir. Fakat ne yalan söyleyeyim anime boyunca kulağımı tırmaladı da durdu. Gerçi Hirano Aya adında çıtı pıtı biri seslendiriyormuş ama.
Near: L'in kaldığı yetimhaneden. zeki olduğunu söyleyebilirim.Açıkçası yazacak bir şey bulamıyorum. Belki de sevmediğimdendir.
Mello:Near ile aynı yetimhanede kalmıştır. Takım olarak çalışmak istemese de istemsiz olarak Near'a yardımcı olur. L ve Near birbirlerine ne kadar benzese de Mello onlardan uzaktır. Şu bir gerçektir ki Kira'nın bulunuşunda önemli rolü vardır.
Mikami Teru: Kira'nın kullandığı biri. Görüşleri Kira ile birebir uyuşsa da onun kadar zeki değildir. Ahh özellikle Kira'yı görünce ''kamiii'' diye seslenişi sinirlerime dokundu diyebilirim.
Ryuk: Kira'nın Shinigamisi. Elmaları çok sever. Yaşamın renginin kırmızı olduğunu düşünür. Ahaaha ''Laytoo'' diyişi çok tatlıdır. Bütün gün onunla oturup elma yiyebilirim.
Rem:Misa'nın Shinigamisi. Misa'ya aşıktır. Kendini onun için feda etmiştir L'i öldürerek.
Bunun haricinde Matsuda'nın atağından bahsetmeliyim galiba. Anime boyunca silik bir karakter olsa da finalde bunu kırmıştır. İlginçti yani.
Teknik anlamda Death Note; çizimleri ve animasyonları ile göz doldurmaktadır. Çıtayı da bir hayli yükseltmiştir benim gözümde. Özellikle Kira ve L'in düşünürken ortamın renginin değişmesi (Kira kırmızı, L mavi) ve arkada çalan müzikler şahanedir.
Müziklerden bahsetmişken açılış ve kapanış müzikleri gerçekten harika olsa da ben ikinci sezonunkini daha çok beğendim. (Maximum the Hormone-What's up people)
Sonuç olarak dahiyane bir yapım olarak nitelendiriyorum Death Note'u. İzleyip izlettirmek lazım :)
Bir şeylerin Top 5'ini yapma fikri bir kaç yıl önce High Fidelty adlı John Cusack'ın başrolünde olduğu güzide filmi izlerken gelivermişti aklıma. Filmde Rob karakteri bir plak dükkanında çalışıyordu ve hayatının bir çok bölümü müzikle paralel bir şekilde ilerliyordu. Öyle ki filmde Rob 'Tüm Zamanların Top 5 Şarkısı' sıralaması yaparken 'Tüm Zamanların En Acı Veren Top 5 Ayrılığı'nı da sıralayabiliyordu. İzlerken çok hoşuma gitmişti bu bir şeyler arasında kıyaslama yapma fikri :) Ben de düşündüm taşındım ve hayatımın büyük bir bölümünün yorgunluk etkisinde geçtiğini ve bunu savuşturabilecek şarkılar olduğunu keşfettim. Bir de tek tek sıraladım. Tabi ortaya ilginç bir liste çıktı.
Öğrendim ki bir şeyleri elemek, bir şeyleri bu Top 5'in dışında bırakmak gerçekten zormuş. E başlayalım o zaman :)
5-Frank Sinatra-I'm In the Mood For Love
Frank Sinatra'nın o büyülü sesinden midir nedir, her dinlediğimde farklı hissediyorum. Böyle sanki alıp alıp götürüyor beni.
I'm in the mood for love simply because you're near me
Funny but when you're near me, I'm in the mood for love.
Heaven is in your eyes, bright as the stars we're under,
Oh, is it any wonder, I'm in the mood for love.
Why stop to think of whether this little dream might fade,
We´ve put our hearts together - now we are one, I'm not afraid.
If there's a cloud above, if it should rain, we'll let it.
But for tonight forget it, I'm in the mood for love.
4-The Cranberries - Close to You
Cranberries'in en sevdiğim şarkısı. Carpenters'ın söyleyişini de seviyorum evet fakat Dolores'in o güzel sesinden dinlemek etkiliyor herhalde beni.
Why do birds suddenly appear Everytime you are near? Just like me, they long to be Close to you... Why do stars fall off from the sky Everytime you walk by? Just like me, they long to be, Close to you... On the day that you were born The angels got together They decided to create a dream come true So they sprinkled moon dust in your hair And put a starlight in your eyes so blue That is why all the girls in town Follow you, all around Just like me, they long to be Close to you..
3-Lhasa De Sela - De Cara a la Pared
Ne söylenebilir ki? Lhasa, ah Lhasa... Onun o güzel sesi, şarkıdaki o ezgi beni uçsuz bucaksız bir sonsuzlukta bırakırken, sözleri adeta kavuruyor sanki. Özellikle de ''ölüyorum belki de neredesin?'' der şarkının bir köşesinde. Şarkı beni alır da geri getirmez sanki.
Llorando
de cara a la pared
se apaga la ciudad
Llorando
Y no hay màs
muero quizas
ha donde estàs?
Soñando
de cara a la pared
se quema la ciudad
Soñando
sin respirar
te quiero amar
te quiero amar
Rezando
de cara a la pared
se hunde la ciudad
Rezando
Santa Maria
Santa Maria
Santa Maria
2-Cibelle - Green Grass
Klibinden tutun da Tom Waits'in arkadan hafif hafif gelen sesine kadar her şey öylesine naif ve kırılgan ki. Bu dünyaya ait değilmiş gibi. ''Lay down in the green grass. Remember when you loved me''
Lay your head where my heart used to be
Hold the earth above me
Lay down in the green grass
Remember when you loved me
Come closer don't be shy
Stand beneath a rainy sky
The moon is over the rise
Think of me as a train goes by
Clear the thistles and brambles
Whistle 'Didn't He Ramble'
Now there's a bubble of me
And it's floating in thee
Stand in the shade of me
Things are now made of me
The weather vane will say
It smells like rain today
God took the stars and he tossed them
Can't tell the birds from the blossoms
You'll never be free of me
He'll make a tree from me
Don't say good bye to me
Describe the sky to me
And if the sky falls, mark my words
We'll catch mocking birds
Lay your head where my heart used to be
Hold the earth above me
Lay down in the green grass
Remember when you loved me
1-Buena Vista Social Club-Aquellos Ojos Verdes
İtiraf etmeliyim ki birinci hep belliydi 'Aquellos Ojos Verdes' fakat kimin yorumuyla seçmem gerektiğine karar veremedim. Nat King Cole'un yorumuna da bayılıyorum evet ama ondan dinleyişimde In the Mood for Love'ın o hüznünü hatırlamaktan alamıyorum kendimi. O yüzden Ibrahim Ferrer'i seçtim. Ve bence doğru bir tercih oldu bu :)
Aquellos ojos verdes
de mirada serena
dejaron en mi alma
eterna fe de amar.
Anhelos de caricias,
de besos y ternuras
de todas las dulzuras
que han podido brindar.
Aquellos ojos verdes
serenos como un lago
en cuyas quietas aguas
un día me miré.
No saben la tristeza
que en mi alma dejaron
aquellos ojos verdes que
nunca olvidaré
Listeye bir daha göz attım da, adını değiştirsem mi acaba? Dinlendirmekten ziyade kırılgan mı desem ya da melankolik? Ben hiç mutlu bir şarkı dinledim mi acaba?
Sınav haftamın ilkini tamamlayan ben, bu haftanın nasıl geçtiğini dahi anlamadım.
Sınavlarımın süreleri ortalama 40 dakika civarındaydı. Ben şu ömrüm boyunca bir sınavda sonuna değin kalamadım. Hep bir tez canlılık, hep bir 'hemen bitse de etrafa bakınsam' derdi vardı bende. Evet evet, ben o sınav sırasında etrafa bakınan çocuğum. :) Sınavlarda zorlandığımdan değil bu etrafa bakınma merasimim, sırf insanları inceleme dürtüsünden. Öyle ki o sınav süresi boyunca bir doktorun hastasını incelemesi gibi (esaslı bir doktorun ama öyle iki öksürtüp ilaç yazanın değil) bakıyorum insanlara. Hareketlerini inceliyorum. Bazılarının yüz ifadesi çok hoşuma gidiyor, böyle hani dilimin ucunda ama söyleyemiyorum ifadesi gibi.
Fakat dün ilk defa bir insanın ifadesini çözemedim. O da benim gibi sınavını erken bitirmiş etrafa bakınıyordu. Anlayamadığım acı çektiği için mi etrafına bakınıyordu yoksa 'zaten kalacağım'ın rahatlığıyla insanları mı izliyordu?